15 Temmuz 2015 Çarşamba

Tarık TUFAN: Edebiyat Bize Ne Eder?

Gecikmiş bir yazı ile merhabalar~! Ben her zamanki gibi evden dışarı çıkmamaktan şikayet ediyordum ki, arkadaşım Beyazıt’ta bir kitap fuarı olduğundan bahsetti bana.  Ben de “Kitap fuarı mı? Aaa ne güzel, gidelim hemen!” dedim  doğal olarak. Çünkü arayıp da bulamadığım bir fırsattı bu. Madem gidiyoruz imza günlerini araştırmalıydık tabii ki de! Üşengeç bir Nunyoca sürekli erteleye erteleye de olsa sonunda etkinlik takvimine ulaştı ve baktığı anda gözleri parladı. Çünkü Tarık Tufan söyleşisi vardı! Tabii ki de kaçıramazdım, kaçırmadım da. Pek sevgili arkadaşımı da peşimden sürükleyerek düştüm yollara. Söyleşi saat 18.00-19.00 arasındaydı ve imzanın da söyleşiden sonra olacağını düşünüyordum. O vakte kadar fuardan alışverişimizi yaparız biz de, dedik. Ta ki Tarık Tufan’ın Profil Yayınları standının önünde imza verdiğini söyleyen anonsu duyana kadar.  Hemen oraya giderek sıraya girdik. Ve kitaplarımı imzalattım sonunda!! Yazar imzalarken bir yandan da okurlarıyla sohbet ediyordu ve fotoğraf çekimi taleplerini de reddetmiyordu. Sohbet esnasında yazara merak ettiğim bir soruyu sordum: Neden Anna, dedim. “Başka bir isim değil de neden Anna?” Yazar güldü ve bunun herhangi bir özel nedeni olmadığını, duruma göre öylesine geliştiğini söyledi. Fotoğraf ve imza aldıktan sonra söyleşiyi beklemeye koyulduk…



Söyleşinin konusu “Edebiyat bize ne eder?” idi. Evet, “Edebiyatın insan hayatına etkileri nelerdir?” değil, “Edebiyat bize ne eder?”. Yani; bu kadar roman, hikâye,  şiir, öykü okuyor ve yazıyoruz. Peki, bunun bize ne faydası var? Neden yazmak ve okumak ihtiyacı duyuyoruz?
Bu soru hakkında neleri mesele etmemiz gerektiğini öğretir, hayatımızı sürdürürken daha çok dikkatli oluruz ve olaylar karşısında zihnimizde daha farklı şeyler canlanır, bizi hayatla yüzleştirir, acılara dayanıklı hale getirir, bize yeni sorular sorabilme ihtimalini ortaya çıkarı gibi cevaplar verdik. Ama konu biraz kapsamlı olduğundan farklı şeylerden bahsederek de bu konuya gönderme yaptık.
Yazar kendisine sürekli “Neden hep onlara bakıyorsun?” diye sorulduğundan bahsetti. Şayet daha önce Tarık Tufan okuduysanız daha çok içe dönük kişilikleri ve hayatın gerçekçi, acıtan yanlarını gözler önüne serdiğine hatta bununla yetinmeyip yaralarınıza tuz basarcasına size acı çektirdiğine şahit olursunuz. Tufan bu konu hakkında “Çünkü onlara bakıyorum, onlar dikkatimi çekiyor. Bu belki okuduklarımdan da kaynaklanıyor olabilir. Dostoyevski, Kafka, Peyami Safa gibi yazarları okuyorum ve ister istemez ben de onlar gibi yazıyorum” dedi ve sonradan gülerek “Tabii ki de onlar gibi güzel yazmıyorum. Bir Dostoyevski,  bir Kafka tabii ki de değilim. Sadece aynı yöne bakıyoruz.” dedi :)

Edebiyatla meşgul olan insanların birinin yüzüne baktığında herkes gibi sadece bakmayıp, aynı zamanda birçok şey okuyabileceğinden bahsetti. Ayrıca buna kendi hayatından birkaç örnek verdi.
Pek bir ünlü Mevlana hikâyelerinden olan Çinli ve Bizanslı ressamların hikâyesinden bahsetti ama hikâyeyi tam olarak anımsayamadığından dolayı orada bulunan bir beyefendiden yardım aldı:) Edebiyatın da bu hikâyedeki parlatılmış duvar gibi olduğunu, asıl olanı daha güzel yansıttığından bahsetti. Hikayeyi bilmeyenler ve tekrar okumak isteyenler için tık tık..

Böyle bir konu hakkında konuşmuşken günümüz sorunlarına değinmemek olmazdı. Günlük yaşantımızda büyük etkisi olan reklamların birinde geçen “Bu devirde kim kime 20 lira verir?” sloganını aslında “Bu devirde nasıl olur da kimse kimseye 20 lira vermez?” olarak değiştirmemizi ve keza tüm iyilikleri “Kim kime” kalıbıyla hayatımızdan uzaklaştırdığımız ve sonra da kaybettiğimiz gerçeğini belirterek bizi vicdanımızla baş başa bıraktı. Çok da haklıydı. Aileler bile artık çocuklarına “Kim kime” kalıbıyla nasihat etmeye başladı. Böylece,  karşılık beklemeden sadece Allah rızası için yapmamız gerekenlerden, iyilik yapmak fiilinden koşar adımlarla uzaklaşıyoruz. Ve bir gün bunlara veda edeceğimiz korkusu aldı yüreğimi gidiyor.

Takdir edersiniz ki günümüz sorunları demişken sosyal medyaya değinmeden olmaz. Hepimiz görüyoruz gerek Instagramda,  gerek başka sosyal mecralarda yığınla kitap fotoğrafları dolaşıyor. “Peki, ortada gerçekten görüldüğü kadar okuma çabası var mı?” Tufan bu soruyu sorarak tekrardan düşündürdü bizi.  Cevap hayır. “Artık bu da gösterinin bir parçasına dönüştü. Okumak, içimizde bizi buna muhtaç edecek bir yarayla ilgilidir. Ama son günlerde kariyer planları arasına dahil oldu. Bir eylemin sonucunu farklılaştıran şey niyettir ve niyet bizim bireysel olarak hakikate ulaşmamıza imkan sağlar. “ dedi.



Ayrıca pragmatizme de değindik. Pragmatizm; Amerikalı William James tarafından ortaya çıkarılan bir düşünce biçimidir. Pragmatizmin temel ilkesi şudur: Bir şeyin değerini belirleyen şey, onun ne işe yaradığıdır. Amerika hayatını bu düşünce üzerine kurar. Ve yazarın da dediği gibi; bu düşüncenin Amerika’da ortaya çıkması da tevafuk değil. Temel soru şudur: “Ne işe yarayacak?” Ama aslında önemli olan onun ne işe yaradığından ziyade, onun bizde meydana getirdiği değişikliklerdir. Bizde bir değişikliğe sebep oluyor mu, kalbimizi farklı bir hâle sokuyor mu… Dahası, kalbimizi çarptırıyor mu? Asıl sorulması gereken sorular bunlardır.

Günümüzün ya da tabiri caizse “modern zamanlar” ın diğer bir sorunu olan anlam kaybından konu açıldı. Tufan” Basılan kitap sayısı artıyor ama ortada edebi eser yok. Konuşan insan sayısı artıyor ama ortada bir fikir yok. İletişim kurabileceğimiz alanlar müthiş bir hızla arttı ve artmaya devam da ediyor fakat tüm bunlar olurken anlamı kaybediyoruz. Hakikat derdi ortadan kayboldu. İnsanlar kavga ediyorlar fakat nedenini bilmiyorlar. Sadece nefret ediyorlar.” dedi. Haklıydı yazar. Keşke haklı olmasaydı.

Ve konu nereden açıldı pek hatırlayamasam da Süleyman Çelebi’nin Mevlîd’inden bahsetti yazar. “Süleyman Çelebi öyle bir şey yazmış ki, başka bir şey yazmasına gerek yok. Öyle bir şey ki ne yapsak onu okuyoruz. Bir bebek dünyaya gözlerini açtığında, sünnetlerde, düğünlerde, ölümlerde… Bu listeyi çoğaltabiliriz. Yani bizim en önemli anlarımıza şahitlik etmiştir. Ben mevlîd gibi bir cümle kursam ikinci bir cümleyi asla yazmam!” diyerek bir kez daha ne kadar harika bir eser olduğunu hatırlattı bize.



Böylece bir saatlik bir söyleşide bile bu kadar konuya değindik. Çok zevk aldım ve verimli buldum. Normalde seminerlerde vs not tutma alışkanlığı olan ben, o gün not defterimi evde unutmuştum! Oysaki evden çıkarken düşünmüştüm ne unuttum diye.  Genellikle unutmamış olurdum ama o gün unutmuştum işte. Neyse ki arkadaşım kurtardı beni. Böylece çok güzel notlar alabildim. Notlarım yardımıyla yazdığım bu yazıyı sıkılmayın diye olabildiğince kısa tutmaya çalıştım ama pek başaramadım sanırım:D Yazarken yazarın söylediklerini ve benim -dayanamayarak- eklediğim düşüncelerimin ayırt edilebilir olmasına dikkat ettim. İnşAllah öyle de olmuştur^^ Yorumlarınızı bekliyorum:) Hoşça kalın~!


2 yorum:

  1. Yazın gerçekten çok güzel olmuş. Sanırım okumaktan çok hoşlanan birisin :) yazının en çok "kim kime" bölümünden hoşlandım. :) (blog tasarımın da hayırlı olsun, özellikle yanındaki şeyler çok güzel durmuş :))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Beğenmenize çok sevindim:) Evet, çok severim okumayı:3 "Kim kime" sadece bir örnekti. Ne yazık ki biz fark etmeden hayatımızdan uzaklaştırdığımızdaha niceleri var... Ahaha tasarım... Saol^^ Nabrut'u biraz uğraştırmış olsam da sonuçtan ben de çok memnun kaldım~!

      Sil

"Hoşça kal," dedi. "Vereceğim sır çok basit: İnsan ancak yüreğiyle baktığı zaman doğruyu görebilir. Gerçeğin mayası gözle görülmez."